Yaşamım ve hobilerim

Sorunun Merkezi

Bu yazı tarafından 31 Oca 2012 tarihinde Ekoloji bölümünde yayınlandı. 0 yorum aldı ve 601 defa okundu.

Küresel ısınma, dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehlikedir. İnsan toplumlarının son 1000 yılda yaşadığı gelişmelerin, özellikle de 1800 yılından sonra dünyanın bazı bölgelerinde yüksek enerji tüketimine geçişin temelinde yatan nedenlerden dolayı, bu soruna çözüm bulmak oldukça zor. Küresel sistemlere yönelik diğer büyük tehdit olan ozan tabakasının incelmesini çözmek nispeten daha kolaydı. Bu süreçte kullanılan kimyasallar, önemli olmalarına karşın, ekonomik faaliyetlerin merkezinde değildi ve bir kaç yıl içinde bunların alternatifleri geliştirildi. Dolayısıyla insanların spreyleri ya da klimaları kullanmaktan vazgeçmelerine gerek kalmadı.

[nrelate-related]

Bu etkenlerden hiç biri küresel ısınmada rol oynamıyor. Sanayileşmiş, kentleşmiş ve tüketim odaklı modern toplumların temelinde fosil yakıt kullanımı yatıyor. Büyük miktarda enerji tüketen bu toplumlar fosil yakıt tüketmezlerse mevcut yaşam biçimlerini sürdüremezler. Fosil yakıt kullanımı azaltma çabalarının, modern toplumların yapısında köklü değişiklikler yapması gerekiyor. Demokratik toplumlarda bunu yapmak son derece zor; oy verenler yöneticilerini genellikle, ekonomik büyüme hızını koruyabilme ve bu şekilde tüketim gücünü artırabilme becerilerine göre değerlendiriyor.

Ayrıca dünyanın her yerinde geleceklerinin fosil yakıt tüketiminin sürdürülmesine bağlı olduğunu düşünerek büyük ve güçlü çıkar sahipleri bulunuyor. Başta Ortadoğu’ daki petrol ihracatçıları olmak üzere pek çok ekonomi neredeyse tamamen fosil yakıt üretimine bağlı. Petrol sanayisi fosil yakıtların kullanılmaya devam etmesine bağımlı ve başka alanda faaliyet göstermeyi planlayan şirketlerin sayısı yok denecek kadar az. Diğer şirketler de mevcut enerji kullanımı ve tüketim modellerine aynı derecede bağımlı. Bu topluluklar, küresel ısınma sorunu çözme sürecindeki sıkıntılarla yüzleşmeye isteksiz, güçlü lobicilerden ve siyasetçilerden oluşuyor. Ne yazık ki bu kişiler ciddi bir önlem alınmasının gerekmediğini, birkaç küçük teknik uyarlamanın yeterli olacağını söyleyenlerin etkileyici yalanlarını dinlemeyi tercih ediyorlar.

Son iki yüzyılda atmosfere salınan CO2’ nin büyük bölümünden sanayileşmiş ülkeler, özellikle ABD, İngiltere, Almanya, Japonya, Rusya sorumlu. Yeni sanayileşmekte olan ülkeler (özellikle Çin ve Hindistan) ancak 20.yy’ ın sonlarında CO2 üretmeye başladı. 1940-1980 arasında ABD, Çin’ in 6 katı; Hindistan’ın ise 16 katı CO2 yaydı. Tarihsel yaklaşımı bir kenara bıraksak bile 21. yy’ daki CO2 tablosu çok açık. ABD dünya nüfusunun yaklaşık %5’ini oluşturuyor ama CO2 üretiminin %25’ inden sorumlu. Çin’ in payı %14, Rusya %6, Japonya %5 ve Hindistan %4. Tabloyu daha anlamlı hale getirebilmek için nüfusla orantılamak gerekir. ABD’ deki her birey yılda yaklaşık 20 ton CO2 salınımına neden oluyor.  Bu, Çin’ in kişi başı CO2 üretiminin 7 katı; Hindistan’ ın ise 20 katı. En yoksul ülkelerle karşılaştırıldığında ise 332 kat gibi çarpıcı rakamlara ulaşırız.

Ne yapılması gerektiğine ilişkin bilimsel görüş birliği çok net. CO2 düzeyini 400 ppm’ de sabitlemek için küresel salınımların 10 yıldan kısa sürede 1990 düzeyinin altına çekilmesi gerekiyor. CO2 düzeyini mevcut düzeyin sadece %5 üzerinde sabit tutmak için neden bu kadar büyük kesintiler yapılması gerekiyor? Çünkü bugüne kadar atmosfere yayılan CO2’ nin çoğu henüz iklim üzerinde etkisini göstermedi. Bu değerlendirme, sıcaklık artışının Sibirya’ daki tundraları eritip büyük miktarlarda metan gazı yayılmasına ya da kutuplardaki buz tabakalarının hızla parçalanmasına neden olmayacağına dayanıyor. Eğer bu durumlar olursa çok daha büyük kesintilere ihtiyaç olacak.

 

İşte Kyoto süreci bu bilimsel gerçeklerin ışığında şekillendi. İlk adımları 1985’ de Avusturya’ da atıldı ve iklim değişikliğinin önemi konusunda ilk yetkin değerlendirme yapıldı. Bu toplantıyı takiben 1988 Haziran’ında Toronto’ da 48 ülkeden yaklaşık 300 bilim insanı ve siyasetçinin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Tavsiye olarak 2005 yılı itibariyle CO2 salınımını 1988’ dekinin %20’ si oranında azaltmaya yönelik bir sonuca ulaştı. 1992 Rio Dünya Zirvesinde ise 155 ülkenin 2000 yılına kadar gaz salınımlarını 1990 yılı değerlerine indirgemelerini öngören BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzalandı. 11 Aralık 1997’ de Japonya’ nın Kyoto şehrinde imzalanan protokolle, CO2 salınımlarının indirgenmesi üzerinde yeni bir fikir benimsediler. Kyoto Protokolü olarak adlandırılan süreç iki önemli sonuç ortaya çıkardı: gelişmiş ülkelere sera gazı salınımlarıyla ilgili sorumluluk yüklenmesi ve 10 milyar dolar değerinde ticari hacmi olan, 6 önemli sera gazının ticaretine düzenlemeler getirilmesi.

 

CO2 sera gazları içinde en önemlisi olduğundan Kyoto’ yu imzalayan devletlerin ulusal karbon bütçelerinin belirlenmesi ve CO2 salınımlarını indirgemelerini sağlayacak bir çeşit karbon doları olarak adlandırılabilecek yeni bir para biriminin oluşturulması sağlandı. Geriye kalan, yürürlüğe sokulabilmesi için her ülke tarafından onaylanmasıydı. Uzun gebelik süresi boyunca Kyoto’ nun ölü doğması umuldu ancak 2005 yılında Rusya’ nın onaylamasıyla çoğunluk sağlandı ve Protokol yürürlüğe girdi. ABD, Avustralya gibi önemli salınım kaynaklarının hala imzalamadığı Protokolü, Türkiye ancak 2009 yılı yaz aylarında imzaladı.

 

Eğer iklimimizi istikrara kavuşturmak istiyorsak Kyoto’ nun hedefinin 12 kat arttırılması gerekmektedir. Ancak bu kadar zayıf bir anlaşma için bile ne kadar zor mutabakat sağlandığını bilen çevreciler, daha fazlasını zorlamanın kırılgan olan fikir birliğini bozmasından endişeleniyor. Ayrıca, CFC’ lerle ilgili Viyana kongresi örneği de göz önünde bulundurularak, Kyoto’ nun ileride atılacak hakikaten anlamlı bir adıma yol açacak bir diyalog ortamı yarattığına inanmaktalar.

 

Kyoto aleyhtarlarının önemli bir itirazı karbon dolarını uygulanabilirliğiyle ilgilidir. Tepeden inme yeni bir para birimi oluşturmak çok risklidir. Fakat diğer yandan da her türlü para biriminin kaynağı güvendir. Karbon kredilerinin satılması sonucu ormanların ağaçlandırılacağının ya da kirlilik yaratan sanayi tesislerinin ortadan kaldırılacağına dair bir garantimiz yok. Her iki tarafın iyi niyetine ve ülke kamuoylarının baskısına güvenmek durumundayız.

 

Yeni para birimini onaylayanlar, karbon dolarını yaratmanın risklerinin büyük olmasına karşın potansiyel yararlarının daha da fazla olduğunu, çünkü karbon ticaretinin salınım hedeflerini çarpıcı biçimde destekleyeceğini düşünüyorlar. Salınım ticaretinin çevre kirliliğini azaltmada kullanılması geçmişte başarılı olmuştu. Sistem, kömür yakılması sonucu ortaya çıkan sülfür dioksit kirliliğiyle başa çıkabilmek için ABD’ de icat edilmiştir. Sonuç başarılı olunca da çevre kirliliğine yol açan pek çok madde de kullanılmıştır.

 

Salınım ticareti şöyle gerçekleşir: Bir düzenleyici, kirletici madde için bir izin şartı belirler ve var olan izinleri sınırlar. Kirletici maddelere verilen izinler oransal bir temele dayanır ve açık arttırmaya çıkarılır. Salınım yapanlar eğer yarattıkları kirliliği azaltmak daha maliyetliyse daha fazla “kirletme hakkı” satın alırlar ve bu gelir de daha az kirletenlere dağılır. Sistemin yararları arasında şeffaflığı ve yönetilebilirliği, yeni iş alanları yaratması ve kirletici maddeleri azaltmaya teşvik etmesi yer alır.

 

Bütün bunlara rağmen, CO2 üreten sektörler Kyoto ve çevre bilincinin gelişmesi gibi konularda inanılmaz bir frenleme etkisi yapmışlarıdır. İlk hareket Amerikan kömür üreticilerinden geldi. Başlatılan bir kampanyayla dünya atmosferindeki CO2’ nin “yetersiz” olduğunu iddia ettiler. Kendilerine göre CO2 miktarının 1000 ppm olması durumunda tarım ürünlerinde inanılmaz bir artış yaşanacaktı. Oğul Bush’ un başkan seçilmesiyle birlikte fosil yakıt lobisi daha da güçlendi ve sektör daha da arsızlaştı. Amerikan siyasi partiler kanunu, kişi ya da firmaların siyasi partilere bağış yapabilmelerine olanak tanır. Kömür üreticilerinin Cumhuriyetçi Parti’ ye onlarca milyon dolar bağış yaptığı bilinen bir gerçektir.

 

İklim değişikliğinin tehlikelerini saptırma ve çarpıtma konusunda kömür endüstrisi yalnız değildi. En büyük zararı petrol, doğalgaz, otomotiv ve kimya şirketlerinden oluşan 50 firmanın oluşturduğu Küresel İklim Koalisyonu adlı lobi grubu tarafından verildi. 150 milyon dolara yakın harcama yaparak erişebildikleri her yere endişe ve kuşku yaydılar. İklim değişikliği hakkındaki bilimsel gerçekler arttıkça ve daha da önemlisi “çevreci” görünmenin şirketler açısından karlı olabileceğini fark ettiklerinden, zamanla bazı firmalar gruptan ayrıldı ve örgüt kendini feshetti.

 

Bütün bu çabalara rağmen, insan kaynaklı küresel ısınma bugün yadsınamaz bir gerçektir ve sadece hükümetler değil; tüm vatandaşlar üzerlerine düşen görevi yapmalıdırlar.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir