Yaşamım ve hobilerim

Nikon: Fotoğraf

Bu yazı tarafından 12 May 2012 tarihinde Cihazlar, Yaşam bölümünde yayınlandı. 0 yorum aldı ve 1.075 defa okundu.

İlk Nikon tasarımı o sırada piyasada bulunan Leica ve Contax’ ların iyi yünlerinin bir birleşimi gibiydi. Contax’ dan temel gövde tasarımı alınmıştı. Perdeyle ilgili kontroller üst tarafta toplanmıştı. Leica’ nın ise yatayda hareket eden perdesi ve mekanizması örnek alınmıştı.

Nikon I, Mart 1948’ den Ağustos 1949’ a kadar üretilmeye devam etti. Fakat seçilen film formatı 24×32 idi ve bu dünyanın geri kalanındaki 24×36 formatına uygun değildi. Bu yüzden Japonya dışında hemen hemen hiç kullanılamadı. Bunun üzerine Nikon M modeli piyasa sürüldü ve format sıkıntısı aşıldı. Bu modeller gerçek bir SLR tasarımı değildi, tarihsel önemleri dışında fotoğraf açısından ilkel modellerdi.

 

1959’ a geldiğimizde Nikon tüm 35 mm dünyasını temelden sarsacak gövdeyi piyasaya sürdü: Nikon F. Bu gövde 35 mm formatında kesinlikle en önemli olandır. Kısa sürede profesyonellerin tercihi oldu ve Nikon’ u bugünkü yerine taşıdı.

 

Fotoğraf dünyasının o yılki durumu şöyleydi: Leica’ nın muhteşem rangefinder kamerası açık arayla profesyonellerin tercihiydi. Rollei’ nin TLR tasarımı büyük formatta tercih ediliyordu. Sonra, keskin Zeiss lensler ve enteresan tasarımlı ama çok iyi çalışan Contax’ lar vardı. Japonya ise ucuz ve kalitesiz ürünlerin geldiği yerdi. Eğer Alman ürünlerine paranız yetmiyorsa Japon malı alırdınız. Tıpkı bugünkü Çin mallarını algılanışı gibi.

[nrelate-related]

SLR? O da ne? O yıllarda SLR sistemi çok ağır çalışan sistemlerdi. Aynaları anında geri dönmez ve diyaframları otomatik değildi. Bir çekimden sonra, ayna normal pozisyonunu alabilmesi için filmi sarmanız gerekmekteydi. Zaten o dönemde Leica rangefinder ve Rollei TLR’ leri bütün ihtiyaçları karşılıyordu. SLR’ ler görmezde geliniyordu. Fakat 1959’ da ardı ardına 3 önemli Japon firma yeni SLR gövdelerini tanıttı: Minolta SR-2, Canon Canonflex ve Nikon F.

 

Nikon kısa sürede bütün markaların önüne geçti. 35 mm formatını en önemli format haline getirdi. Profesyonellerin 35 mm’ nin ne kadar kullanışlı olduğunu fark etmeleri Leica ve Rollei için kötü günlerin başlangıcı oldu. Rollei markası ortadan kalktı ama Leica yarışa kendi SLR sistemiyle devam etmeye çalıştı.

Nikon, SLR fotoğrafçılığında pek çok önemli özelliğiyle ön plana çıktı. Lens, bakaç ekranı arka kapak ve pentaprizma amaca uygun olarak değiştirilebiliyordu. İstenirse gövdeye motor takılabiliyordu. Işık ölçümünü gövde otomatik olarak yapıyor, ilerleyen yıllarda flaş ölçümlerini de yapar hale geliyordu. Fotoğrafçı 3 ayrı ölçüm sistemiyle pozlamayı en doğru şekilde yapabiliyordu. Otomatik netleme dönemine kadar işler Nikon için çok iyi gitti. Minolta ve diğerleri 1980’ lerin ortasında otomatik netleme sistemini tanıttığında Nikon’ un süper kaliteli manuel lenslerinin modası geçiverdi.

 

Aslında Nikon ilk otomatik netlemeli modeli olan F3AF’ yi çıkartmakta gecikmedi fakat bunu yaparken diğer iki önemli rakibine göre onurlu bir karar vermiş olmanın acısını çekti. 1959’ dan beri kullanmakta olduğu F-ağzı değiştirmedi ve eski müşterileri sadık kaldı. Ancak bu ağız yeni teknolojiler için çok dardı ve Nikon ancak gövdeye yerleştirdiği bir vida ucu sayesinde AF lensleri otomatikleştirdi. Müşteriye sadık kalmanın bedeli ise daha yavaş netleme hızıydı (özellikle fazla mercek içeren tele lenslerde). Ayrıca VR, AF-S gibi her yeni teknoloji de yenilenmiş lenslerin çıkması diğer firmalara göre daha yavaş gerçekleşti. Yine de aralarında 30-40 yıl olan lens ve gövdelerin birlikte kullanılabilmesi çok önemli bir fayda olarak kaldı.

 

Bin yılın bitişi,  fotoğrafçılıktaki kimyasal dönemin de bitişine eşlik etti. Artık fotoğrafçılık kendisine yeni bir alan bulmuştu: Sayısal teknolojiler. Nikon sayısal gövdeler üzerine çalışan ilk firmaydı. 1991 yılında NASA için F4 tasarımından yola çıkarak “NASA Digital F4”modelini üretti. Bu gövde fotoğrafçıların boynunda taşınmaktan çok araştırma projelerine yönelik bir tasarımdı. 1993 yılında ise ilerde çıkaracağı D1 modelinin prototipi olan bir gövde yaptı. Bu 0.5 MP’ lik gövdenin seri üretimi yapılmadı ama ilk çalışmalar arasında yerini aldı. İlerleyen yıllarda ise Fuji ile E serisi sayısal gövdeler çıkartmaya devam etti. E2 1993’ de, E2N 1995’ de ve E3 1998’ de çıktı. Fuji ise bu gövdelere farklı isimler veriyordu.

Sayısal teknolojinin potansiyeli ve Pazar büyüklüğü yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu zamana kadar kardeş kardeş çalışan firmaların arasına kara kedi girdi ve Nikon 1999 yılında ilk sayısal SLR gövdelerden biri olan D1 modelini çıkardı. Neyse ki Nikon’ un “İsimlendirme Mühendisleri” Canon’un kiler gibi zeka sorunları yaşamıyor. Canon çıkardığı ilk orta sınıf gövdeye D30; ikincisine D60 adını verdi. Sonraki orta sınıf gövdelerin isimleri sırasıyla şöyleydi: 10D, 20D, 30D, 40D, 50D. Yani Canon terminolojisinde D30 ve 30D iki ayrı gövde, dikkatli olun. Nikon çok daha sade bir yol izledi. İsimlendirme tıpkı F serisinde olduğu gibi basit mantığa dayanıyordu.

 

Nikon’ un bu yeni sayısal gövdeden sorumlu mühendisleri tasarım için de uzaklara bakınmamışlardı. Muhtemelen tasarım çalışmaları sırasında birisinin sahip olduğu F100 gövdeye gözleri takıla kalmıştı. Böylece yeni tasarım kendiliğinden ortaya çıkıverdi. Bu yıllarda Kodak eline geçen film gövdelerini sayısala çeviriveriyordu. Film gövdeleri için gerçek bir vampirdi. İlk iki sayısal gövdesinde biri Canon EOS 1n, diğeri ise Nikon F5 gövde üzerine kurulmuştu. Üzerine kurulmak derken, kelimenin tam anlamıyla üzerine kurulmuştu. Gövdenin üzerinde “Nikon” ve “F5” yazıları tam olmaları gereken yerdeydi. Ama lensin alt kısmında kalan bir yerde de “Kodak” ve “DSC 620” yazıları vardı. Belki de o yıllarda Kodak’ da fazla sayıda Türk çalışıyordu, bilemiyorum.

 

Yeni bin yıl fotoğrafçılıkta tam bir teknoloji yarışı olarak başladı. Film gövdeleri artık bir doyuma ulaşmıştı ve sayısal gövdeler, fotoğrafın artistik yönüyle fazla ilgilenmeyen milyonlarca kişiye çok daha cazip geldi. Sonuçlar çok daha hızlı alınması bir yana, çekilen kare anında görülebiliyordu. Film döneminde günlerle ölçülen süre saniyelere inmişti. Yeni gelişen bir konu olduğu için de, film döneminde 10 yılda en fazla bir iki model çıkaran firmalar artık her yıl gövde çıkarmak zorunda kalmıştı. Nikon kalite olarak hiçbir zaman geride kalmasa da hız anlamında pek iyi sayılmazdı. Bir yandan sayısal gövdeler çıkarmaları gerekiyordu bir yandan da dünün işini bugün yapmaya çalışıyorlardı. Rakipleri, yeni lens teknolojileri olan titreşim azaltma ve lens üzerine konulan bir motorla çok hızlı netleme yapabilme konularında bir hayli mesafe almışken, Nikon bu konuda çok yavaştı.

Yavaştı ama geleneklerini koruyan bir firmaydı. Bir kere daha kullanıcılarına sadık kaldı ve diğer firmalar gibi davranmayarak film gövdelerini tamamen yok saymadı. Hatta hiç kimsenin beklemediği bir adım atarak F efsanesinin son bireyi olan F6’ yı piyasaya sürdü. F serisi geleneksel olarak 8 yılda bir yenileniyordu ve gelenek milenyumda da devam etti. F6’ nın tanıtılmasından bir yıl sonra, 2005 yılında yönetim değişikliğine giden firma sakin görüntüsünü bir yana bırakarak daha saldırgan bir görüntüye büründü. Hamlelerden ilki, film kullanıcılarına hayli hayli yetecek olan F6 ve FM10 dışındaki gövdelerin üretimlerine son vermek oldu. Bu hamle de bazı güzel lenslerin de üretimine son verildi ama bu lensler yıllardır ikinci el piyasasında rahatça bulunduğundan Nikon kullanıcıları çok da fazla etkilenmedi. Firma artık tüm enerjisini güncellenmesi gereken lenslere ve “sayısal çılgınlığa” yönlendirdi. Bu gerçekten işe yaradı. Kısa sürede tele lensler VR ile güncellendi ve yeni lenslerin çıkışları hızlandı. Sayısal gövdeler ise tüm kullanıcılarını her anlamda tatmin eder duruma geldi.

 

img class=”alignleft size-medium wp-image-1711″ title=”Nikon F6_01″ src=”http://www.firochromis.com/wp-content/uploads/2012/05/Nikon-F6_01-300×222.jpg” alt=”” width=”300″ height=”222″ /

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir