Yaşamım ve hobilerim

Delft

Bu yazı tarafından 26 Oca 2012 tarihinde Geziler, Yaşam bölümünde yayınlandı. 2 yorum aldı ve 993 defa okundu.

Delft’ i görünce adeta küçük ama gizli bir hazine bulmuş gibi sevindim. Aslında Hollanda’ ya gelme sebebim Amsterdam’ ı görmekti ve o sırada Delft’ de bulunan bir arkadaşım bana hem ev sahipliği hem de rehberlik teklif edince rotayı ilk önce Delft’ e çevirdim. Amsterdam’ da kalmak yerine 40 dakika mesafedeki bu küçük şehirden gidip gelmek daha cazip geldi. Bu küçük şehirden, bana ev sahipliği yapması dışında, hiçbir beklentim olmadığı için, bulduklarım beni hem daha çok şaşırttı hem de sevindirdi.Delft, Rotterdam ile Hague arasında bulunur. Şehrin tarihi 13. yüzyıla dayanır. Şehrin, Orange ailesiyle olan bağları ise 16. yüzyıla, William van Orange’ ın bu şehre yerleşmesine dayanır. Bu kararındaki en önemli sebep, şehrin kolay savunulabilir olması ve çevresinde surların olmasıydı. Fakat İspanya Kralı II. Felipe 1580’ de Prensi suçlu ilan edip öldürülmesi için büyük bir ödül koydu. Başarısız birkaç denemeye rağmen en sonunda Balthasar gerards adlı biri, Prensi iki kurşunla öldürdü.

[nrelate-related]

1584’ de William öldürüldüğünde, geleneksel aile mezarlığının bulunduğu Breda İspanyolların elindeydi. Bu yüzden William Delft’ e gömüldü. Kendisinden sonra gelen Mauritus’ da mecburiyetten Delft’ e gömüldü ama Frederik Hendrik bunu kendi tercihiyle istedi. Bu tercih günümüze kadar süren bir aile geleneğine dönüşmüş oldu. Asırlar boyunca kraliyet ailesinin bireyleriburaya taşındı, burada evlendi ve buraya gömüldü. Bu yüzden Delft, “Prenslerin Şehri” olarak bilinir.

 

Şehrin Hollanda tarihi açısından önemi, gezmek için yeterli bir sebep olabilir ama kanallardan oluşan şehrin güzelliği neredeyse tarihini gölgede bırakıyor. Tren istasyonundan çıktıktan sonra birkaç dakika içinde eski şehre giriyorsunuz. Eski yerleşim o kadar küçük ki, 3-4 kilometrekarelik bir alana sığmış durumda.

Şehir bir kanallar ağı üzerine kurulmuş. 4-5 metre genişliğindeki kanalların her iki yanında iki arabanın zar zor geçeceği birer yol ve 2-3 katlı sıra evler bulunuyor. Evler 50-60 metrekare civarında, Türk standartlarına göre çok küçük evler. Kanallarda bulunan balıklar, ördekler ve su bitkileri şehrin görselliğine katkıda bulunuyor. Görünüşe göre ördekleri yiyen yok!

 

Küçük ve sevimli kanalların başından ayrılabildiğinizde gitmeniz gereken ilk yer kesinlikle şehir meydanıdır. Burada bulunan en önemli yapı yeni kilise olarak bilinen Nieuwe Kerk’ tir. Geç gotik formunda olan yapı 1383 ile 1510 yılları arasında yapılmıştır. Kulesi bir yangın ve bir yıldırım düşmesi sonucu iki defa ağır hasar almış ve tekrar yapılmıştır. Son haliyle 108 metre olan kulesi Hollanda’ nın en yüksek ikinci kilisesi durumundadır. İspanyol etkisi altındayken Katolik olan kilise, 1572’ de Protestanlığa geçmiştir. Önemli bir özelliği de, Orange ailesinin mozolesini barındırmasıdır.

Şehir meydanının karşı köşesinde ise en az Nieuwe Kerk kadar heybetli olan Belediye Binası bulunur. Rönesans mimarisinde olan bina, 1620 yılında yapıldı. Kulesi, hapishane ve işkence odası olarak kullanılırdı. İçinde mahkeme olarak kullanılan bir kısım da vardı. Balkonlardan biri yargılanan kişinin cezasını –ki çoğunlukla ceza idam olurdu- uygulamak için kullanılırdı. Balthasar Gerards bu balkonda bulunanlardan biriydi.

 

Şehrin diğer bir önemli yapısı ise 1403 yılında yapılan manastırdır. Prens William 1572’ de bu yapıya taşındıktan sonra Prinsenhof olarak anıldı. Prensin 1584’ de öldürülmesinden sonra yapı önemini bir miktar yitirdi ama yine de önemli insanların ağırlanmasında kullanıldı. Prens William’ ı öldüren iki kurşun izi hala görülebilir.

Delft’ in kültürel bir zenginliği de Deftware olarak bilinen porselenleridir. Bu sanatın kökeni mallorca’ da yapılan Majolica’ ya dayanır. Mallorca’ da metal oksitlerle parlatılan bir çeşit seramik geliştirildi ve Rönesans sırasında önce İtalya’ ya oradan da kuzeye Hollanda’ ya yayıldı. 17. yüzyılda Delft’ te mavi ve beyaz renkli olarak üretilen porselenler Çin’ e bile ihraç ediliyordu. Daha sonraki yıllarda ise İngiliz ve Almanların gerisinde kaldılar. Napolyon döneminde ise üretim tamamen durdu. Yine de günümüzde hala imalat yapan fabrikalar var. Üretilen ürünler düşük kaliteli, birbirinin kopyası olan tasarımlar ama yine de ilginizi çekebilir.

 

Delft’ i dolaşmak fazla uzun sürmediğinden yolunuz mutlaka meydandaki kafelere düşecektir. Özellikle Pazar günleri meydan dolaşan ailelerle dolu oluyor. Cuma ve Cumartesi akşamları ise alan gençlerin akınına uğruyor. Bunlar gibi belirli zamanlar dışında şehir tam bir sukunet abidesi. Umarım yolum bir daha düşer…

2 Comments

Join the conversation and post a comment.

  1. başak

    fıro ya hislendim bak şimdi..nasıl da soğuktu, HEMA da bizimle sohbet etmeye çalışan yaşlı amca da cabasıydı..ama oslun güzel gezmiştik:))iyi ki gelmişsin..

  2. firo

    Eveeet, yazının içinde bahsedilen “arkadaş” kendini belli ettiğine göre bende artık buradan teşekkür yazabilirim. Başakcığım, beni Delft’e davet edip yedirip içirdiğin için teşekkür ederiiiim.

    Gerçekten de çok eğlenmiştim Delft’te. Küçük ara sokakları, kafeleri, kanallarda yüzen ördekleri unutamam 🙂

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir