Yaşamım ve hobilerim

Paskalya Adasının Öğrettikleri

Bu yazı tarafından 31 Oca 2012 tarihinde Ekoloji bölümünde yayınlandı. 2 yorum aldı ve 1.761 defa okundu.

Binlerce yıllık insanlık tarihinde milyonlarca kilometrelik dünyamızda yaşamış ve yok olmuş onca medeniyet arasında çok azı Paskalya Adası* medeniyeti kadar ilgi çekicidir. Bu medeniyet ne insanlık tarihine yön verecek keşifler yapmıştır; ne büyük zenginliklere ulaşmıştır; ne de büyük yüzölçümlerine hükmetmiştir. Yine de topu topu 170 kilometre karelik bir adada hüküm süren bu medeniyet, hakkında pek çok araştırma yapmaya değecek kadar önemlidir insanlık için. Durumun ilginçliğini vurgulamak için Paskalya Adasında ilk insan izlerinin MS.900 yılında görüldüğünü belirtmek gerekir. Bu tarihe gelinceye kadar Güneydoğu Asya’da 64.000 yıldır, Avrupa’ da 42.000 yıldır, Amerika kıtalarında 14.000 yıldır, Afrika’da 100.000 – 150.000 yıldır yerleşim olduğunu; Paskalya Adasının doğusunun ve ileride göreceğiniz gibi batısının bu süreler yanında çok küçük bir dönem olduğuna dikkat çekmek gerekir.

Paskalya Adası, Pasifik Okyanusunda yer alan ve Şili Sahillerine 3700 km mesafede olan üçgen şekilli bir adadır. Üçgenin her bir kenarında, tarihin değişik dönemlerinde aktif olan birer tane yanardağ bulunur. Astropikal bölgede yer alması adaya ılıman bir iklim verirken, volkanik yapısı verimli topraklar kazandırmaktadır. Yinede çevresinde bir mercan resifi olmamasından dolayı ada çevresindeki balık çeşitliliği diğer Polinezya adalarına göre azdır. Ayrıca bir dizi yanardağ patlaması sonucu oluşan ada, yağış bırakacak olan bulutları yakalayacak yükseltilerden yoksundur, dolayısıyla da yıllık ortalama yağış bölge adalarına göre daha düşüktür. Adanın volkanik yapısı yüzünden, düşen yağış da ada yüzeyinde kalmayarak yeraltına süzülür. Bunun dışında günümüz çiftçileri için bile sorun olan şiddetli rüzgar, Paskalya Adası yerleşimcilerini de etkilemiş olmalı. Bu sebepten dolayı tarım imkanları bölge adalarına göre daha kısıtlıydı diyebiliriz. Zaten Avrupalıların adaya ilk defa geldikleri 18.yy’ da ölü bir ada görünümündeydi.

[nrelate-related]

Paskalya Ada’sının bize anlatacağı iki öyküsü vardır. Bunlardan ilki Avrupalı kaşiflerin adayı keşfettikleri andaki durumudur.18.yy’ da ada nüfusu yaklaşık 2000 civarındaydı. Adada bitki örtüsü yok denecek kadar azdı. Ormanların ve hatta tekil ağaçların bile olmayışından dolayı tarım son derece verimsizce ve gereğinden çok emek sarfedilerek yapılıyordu. Zaten hem kaşiflerin yazdıklarından hem de 20.yy’ da yapılan araştırmalara göre adanın temel besin kaynağı beklenildiği üzere balık ve yunuslar değil; farelerdi.

 

Bunun dışında, tatlı patates, muz ve şeker pancarı gibi bitkilerin tarımı yapılmaktaydı. Tüm bunların yetersiz kaldığı durumlardaysa daha önce hiç başvurulmayan bir “doğal kaynaktan” yararlanma yoluna gidiyorlardı: İnsan. İnsan kemiklerine artık sadece mezarlıklarda değil, adanın çöplüklerinde de rastlanır oldu. Oysa şimdi biliyoruz ki yamyamlık ada halkının geleneklerinde olan bir durum değildir. Tüm bunların yanında adada bulunan bir şeyler daha vardı ki, işte bunlar sayesinde Paskalya Adası medeniyeti bu kadar önemlidir.

 

Adanın anlatacağı bir öyküsü daha olduğunu ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin görkemli ve gelişmiş bir toplumuna ait kanıtlar barındırmasından anlıyoruz. Adanın çeşitli yerlerinde ortalama yükseklikleri 6 m’ yi aşan 800 civarında yontulmuş ve şekil verilmiş yekpare kaya anıt vardı. Antropologlar 20.yy’ ın başlarında Paskalya Ada’ sının tarihini ve kültürünü incelemeye başladıklarında bir konuda görüş birliğine vardılar. Avrupalıların adaya ilk ziyaretleri sırasında böylesine yoksulluk ve geri kalmışlık içinde yaşayan ilkel insanların taştan anıtlar oymak, bu dev anıtları bir yerden başka bir yere taşıyıp dikmek gibi toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir işi gerçekleştirebilmesi olanaksızdı. Bu nedenle Paskalya Adası bir “gizem” haline geldi ve adanın tarihini açıklayabilmek için çeşitli kuramlar geliştirildi. Kuramlar arasında uzaylıların ziyareti, Pasifikte gömülmüş olan kayıp bir uygarlığın varlığı ya da adadaki karmaşık toplumun tamamen yok eden bir dizi savaş olduğunu öne sürenler olmasına rağmen hiçbir zaman bilim çevreleri tarafından kabul görmediler. O halde adanın “gizemini” çözmek için adım adım ilerleyelim. Akla gelen ilk soru ada sakinlerinin neden bu kaya anıtları yaptıklarıdır. Araştırmacılar bu sorunun yanıtını toplum yapısında ve dinsel törenlerde aramıştır.

 

Polinezya’ nın diğer adalarından gelen ilk göçmenlerin sayısı bilinmiyor ama yüksek ihtimalle bir kaç ilkel teknenin alabileceği 10-50 kişi civarındaydı. Nüfus yavaş yavaş arttıkça, Polinezya’ nın diğer bölgelerindeki toplumsal yapılaşma türü benimsendi. Temel toplumsal birimler, ortak sahip oldukları toprakları birlikte eken geniş ailelerdi. Birbirleriyle yakın ilişki içinde olan aileler birleşerek klanları oluşturuyorlardı ve her klanın kendine ait dinsel ve törensel merkezleri vardır. Arkeolojik çalışmalara göre ada yüzeyinin on bir, on iki bölgeye ayrıldığı düşünülüyor. Bu haliyle Paskalya Adası sanki on iki dilime ayrılmış bir pasta görünümündeydi. Her bir bölgenin kendi reisi ve kendine özgü ayin törenlerinde kullanılan heykelleri vardı. Klanlar arasında daha güzel heykeller dikme konusunda sessiz bir yarış vardı ama sonradan bu yarış vahşi kavgalara dönüştü. Paskalya Adası’ ndaki büyük gelişmeleri de çöküşü de hazırlayan etken, kabileler arasındaki bu düzen, rekabet ve büyük olasılıkla da çatışmalardır.

İlk soruya bulunan bu yanıttan sonra ikinci sorunun, bu anıtları nasıl yaptıkları olması beklenebilir. Ama tarih öncesi çağlardan beri insanoğlunun yonttuğu ve yaptığı anıtlar düşünülünce, Paskalya medeniyetinin de bu işe bir çözüm üretmesine şaşırmamak gerekiyor. Çünkü adada yontulmaya müsait bol kaya ve oymacılıkta kullanılmaya uygun olan diğer doğal malzemeler mevcuttur. Asıl şaşırtıcı olan, vinçlere ve yük çekmeye müsait hayvanlara sahip olmayan insanların, 100 ton civarındaki kayaları onlarca kilometre taşıyıp özel platformlar üzerine yerleştirmiş olmalarıdır. Üstelik bu işlem sırasında çalışacak binlerce işçileri yoktu. Adanın en parlak dönemlerinde bile toplam nüfusunun 10000 – 12000 kişi arasında değiştiğine inanılıyordu.12 klanın varlığı düşülürse her klanda ortalama 1000 kişinin olduğuna inanabiliriz.

 

Paskalya Adası halkının ulaşım sorununa bulduğu çözüm, sonradan bütün toplumun paylaştığı kaderle ilgili ipucu veriyor. Adalılar yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdelerini kızak olarak kullanıp heykelleri adanın diğer tarafına insan gücüyle götürdüler. Bu durumda bir soruya yanıt bulurken başka bir soru kendiliğinden ortaya çıktı. Taşıma işleminde kullanılacak keresteler için gerekli olan ağaçlar neredeydi?

 

20.yy’ da Paskalya’ da ki bitkileri inceleyen botanik araştırmalar sonucunda adaya özgü 48 çeşit bitki tespit edildi. Bunların hiçbiri ağaç olarak adlandırılabilecek bitkiler değildir. Fakat ortadan kaybolan bitkilerin kalıntılarını tekrar canlandırabilen yöntemler Paskalya Adası’ nda insanların yaşadığı dönemlerde uzun ağaçlardan oluşan ormanlar olduğunu göstermiştir. Bir lav mağarasında bulunan fosil çam kozalaklarının, boyu 19 metre gövde çapı yaklaşık 1 metre olan dünyanın en büyük çam ağacı olan Şili çamına çok benzer bir çam türüne ait olduğu belirlendi. Paskalya’ ya yapılan sonraki ziyaretlerde bu ağaca ait daha fazla kanıt elde edildi. Kuzeydeki en genç yanardağa ait bir patlamada lavlar arasına sıkışıp kalmış bu ağacın gövde kalıbı, söz konusu çamın çapının 2 metreyi geçtiğini göstermiştir. Yapılan diğer çalışmalar soyu tükenen 21 çeşit ağacın varlığından bahsediyorlar. Yani Paskalya Adası bütün tarihi boyunca Avrupalıların ilk bulduğu halinde değildi. Üzerinde insan varlığının olduğu dönemde oldukça zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. O halde sorumuza yanıt aldık. İnsan faaliyetleri yüzünden Paskalya’ daki bitki örtüsü dramatik bir şekilde yok olmuştur. Adadaki ormanların yok edilmesi yalnızca bu gelişmiş toplum ve tören hayatı için bir ölüm habercisi olmakla kalmayıp; aynı zamanda bütün ada halkının günlük hayatı üzerinde de korkunç etkiler yarattı. Adanın yaşadığı yıkımın nedeni ve Paskalya Adasındaki gizemi çözmenin anahtarı bütün adadaki ormanların yok edilmesinin getirdiği çevresel bozulmaydı.

 

Bitki örtüsündeki yok oluştan sonra akla ilk gelen konu faunanın durumudur. Flora için yazılanlar fauna içinde geçerlidir. Çalışmalar sayesinde bugün kendine özgü tek bir kara kuşu olmayan Paskalya ‘da bir zamanlar içlerinde balıkçıl, iki çeşit su tavuğu, iki çeşit papağan ve bir baykuş olmak üzere en azından 6 çeşit kara kuşuna ev sahipliği yaptığı ortaya çıktı. Bundan daha etkileyici olan şey ise Paskalya’ nın geçmişte en az 25 çeşit deniz kuşu türüne ev sahipliği yapan ve bütün Pasifikte en zengin üreme alanı olmasıdır.

 

Vahşi doğal ortamlarda elde edilen yiyeceklerin çoğu kaybedilmiştir. Açık denizlere çıkabilen kanolar olmayınca ilk yüzyıllardaki ana yiyecek olan yunus ve ton balıkları 16.yy’ dan itibaren avlanamaz oldu. Ayrıca balık avında kullanılan kamışlarda genel olarak azaldı. Bu dönemden sonra balıkçılık sadece sığ kıyılarda ve kumsallarda yapılır hale geldi. Kara kuşları tamamen yok oldu, kalan deniz kuşları ise çok azaldı. Palmiyeden elde edilen kabuklu yemişler, malezya elması ve tüm diğer yaban meyveleri tükendi. Kabuklu deniz ürünleri gittikçe azaldı ve en sonunda tamamen ortadan kalktı. Doğal ortamdan elde edilen tek gıda kaynağı farelerdi.

 

Yiyecek kaynaklarındaki kesin düşüşe ek olarak tarım ürünlerinde de birçok sebepten dolayı azalma gözüktü. Ormanların yok olması yağmur ve rüzgar nedeniyle oluşan toprak erozyonun artmasına sebep oldu. Ekinlerin topraktan aldığı besinleri toprağa tekrar kazandırmaya yarayan hayvan gübresinin ve bitki yaprağının eksikliği nedeniyle, zaten kötü durumda olan ada, topraklarının bitki örtüsünün yok olmasıyla daha da bozuldu. Gittikçe tükenen kaynaklarla 10000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla gerilemeye başladı.

 

Bunlar ormanların yok olmasının ve çevresel etkilerinin ilk etapta görülen sonuçlarıydı. Açlık, nüfus çökmesi ve yamyamlığın başlaması daha ileri zamanlarda görülen sonuçlar oldu. İnsanların çoğunun yaşadığı kıyı şeridi en çok nüfusun olduğu 15. ve 17.yy’ dan sonra %70 oranında azaldı. Yamyamlığa geçiş de bu döneme denk gelir.

 

Orman kaybının toplumsal ve kültürel etkileri de aynı derecede önemliydi. Artık daha fazla heykel dikmenin mümkün olmaması, halkın inanç sistemi ve toplumsal yapısı üzerinde korkunç etkilere yol açmıştır. Klana refah ve bol hasat getirme görevi olan reislerin vaatleri ve yaptıkları boşa çıktıkça konumları sarsılmıştır. En sonunda 17. yy sonlarında şiddetli iç savaşlarla toplumun düzeni tamamen yıkılmıştır. Savaşların temel amaçlarından birisi rakip klanların heykellerini yıkmaktı. Böylece heykellerin çoğu yıkıldı.18.yy’ da adaya gelen Avrupalılar ancak birkaç heykelin hala ayakta olduğunu gördü. Paskalya toplumunun çöküşü, toplumun nüfus, anıt dikme ve çevresel etkilerinin en fazla olduğu bir dönemin ardından yavaş yavaş gerçekleşmiştir.

 

Ada halkı büyük zorluklara karşın yüzyıllar boyunca çalışarak kendi türündeki bölgeler arasında dünyanın en gelişmiş toplumlarından birini özenle kurmuştu. Yalnızca hayatta kalmalarını değil aynı zamanda gelişmelerini de sağlayan ayrıntılı bir toplumsal ve dinsel gelenekler sistemi çerçevesinde bin yıl boyunca kendi yaşam tarzlarını korumuşlardı. Bu uygarlık bir çok açıdan insan zekasının zaferini ve zorlu çevre koşulları karşısındaki tartışmasız üstünlüğünü gösteriyordu. Ama sonuçta artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının ellerindeki kaynaklardan çok daha güçlü olduğu anlaşıldı. Bu baskılar nedeniyle çevre bozulunca toplumda çabucak yıkıldı ve halk barbar olarak tanımlanabilecek bir topluluk haline geldi.

Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopuk olduğunu bilen Paskalya Adası halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Sonuçta ada, her yerini bir gün içinde dolaşıp ormanlara neler olduğunu kendi gözleriyle görebilecek kadar küçüktü. Yine de çevreyle aralarında doğru bir denge kurabilmelerini sağlayacak bir sistem oluşturamadılar. Bunun yerine sonunda hiçbir şey kalmayıncaya kadar bütün önemli kaynakları düzenli biçimde tükettiler. Hatta adadaki kaynaklarının kısıtlılığının apaçık ortaya çıkmasıyla, saygınlıklarını ve toplumsal konumlarını korumak için gittikçe daha çok sayıda heykel yapıp adanın öteki tarafına götüren klanlar arasındaki kereste rekabeti de artmış olsa gerek. Taşocağının yakınında tamamlanmış birçok heykelin bulunması adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini gösteriyor.

 

Paskalya Adası’ nın kaderini daha geniş kapsamlı yorumlamak da mümkün. Paskalya Adası’nda olduğu gibi tüm dünyada da insan topluluklarını beslemek ve bütün taleplerini karşılamak için sınırlı düzeyde kaynak var. Ada halkı gibi dünyadaki insan nüfusunun da kaçabilecek hiçbir yeri yok. İnsanlar iki milyon yıldır gittikçe karmaşıklaşıp teknolojik yönden gelişen toplumları ve artan nüfusları besleyebilmek için daha fazla besin ve daha fazla kaynak bulmayı başarıyor. Ama bu durumun daha ne kadar süreceği de meçhul. Bu nedenle insanlar Paskalya toplumunun metaforik olarak dünyanın gelecekte içinde bulunacağı durum olarak görülüyor ve aslında görmelilerde!

 

(*) Yazını başından beri adanın adı neden “Paskalya” sorusuna odaklanıp, yazıda bu bilgiyi arayıp ama bulamayıp yetmemiş gibi yazıdan da hiçbir şey anlamamış olanlar için işte rahatlatıcı bilgi; adanın ilk Avrupalı ziyaretçisi 1722 yılının Paskalyasında adaya çıkmıştır. Şimdi bir zahmet yazıyı baştan okuyun.

 

2 Comments

Join the conversation and post a comment.

  1. Mizyal yumru

    Sili de 1 ay kaldim paskalya ya gidemedim desem benden nefret eder misin:(

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir