Yaşamım ve hobilerim

Toplumların Çöküş Nedenleri

Bu yazı tarafından 31 Oca 2012 tarihinde Ekoloji bölümünde yayınlandı. 2 yorum aldı ve 1.167 defa okundu.

Toplumların tarihlerini, gelişimlerini, çevreyle olan bağlantılarını ve daha sonra yaşadıkları çevreye verdikleri zarardan dolayı çöküşlerini öğrendikçe insanın kafasını en çok karıştıran soru, görünüşte basit ve karmaşıklığı önceden kestirilemeyen bir soruydu:“Nasıl olur da bir toplum kendisi için gerekli olan tüm ağaçları kesmek gibi yıkıcı olduğu apaçık olan bir karar alabilirdi?”

Paskalya Adası’ ndaki son palmiye ağacını kesen adalının ne düşünerek bu karar vardığını tahmin etmek mümkün değil. Ayrıca bu sorula ilgili olarak ikinci bir soru daha düşünülebilir: İnsanlar ekolojiye kasıtlı olarak mı zarar veriyor yoksa bunun farkında olmadan mı yapıyorlar? Belki de olaylar olup bittikten sonra eskiyi yargılamak haksızlık oluyordur. Çünkü belki de bizim şimdi Paskalya Adası sakinlerinin körlüğü karşısında hayrete düştüğümüz gibi, gelecek yüzyılın insanları da –tabi eğer bundan yüzyıl sonra canlı insan kalırsa- bizim bugünkü körlüğümüz karşısında aynı şekilde hayrete düşecekler.

[nrelate-related]

Toplumların yıkıcı kararlar alarak kendilerini yok etmelerini çeşitli konularda uzmanlıkları olan bilim adamları araştırmış. Örneğin, arkeolog Tainter, eski toplumların çöküşleriyle ilgili olarak, bu durumun çevre kaynaklarının tükenmesi sonucunda olduğuna kuşkuyla bakar. Tainter’ e göre, bu toplumlar düzeltici önlemler almadan ya da alamadan, ilerleyen hastalığı izlemekten öteye geçememiştir. Oysa bir yönetici grubunun olduğu toplumlarda, karar verici mekanizmanın oluşan sorunu çözmeye yönelik kararlar almasını bekleriz. Jared Diamond ise soruna daha kapsamlı yaklaşmış ve 4 maddelik bir plan çizmiş. Buna göre:

 

  • Topluluk bir sorunla karşılaşmadan önce onu öngörmede başarısız olabilir,
  • Topluluk sorun ulaştığında onu algılamada başarısız olabilir,
  • Sorun algılansa bile çözmeye çalışamaz,
  • Sorunu çözmeye çalışabilir fakat başarısız olabilir.

 

Bir topluluğun karşılaştığı bir sorunu öngörmedeki başarısızlık nedenlerinden biri, basitçe o sorunun “bir sorun” olduğunu bilmemekten kaynaklanabilir. Daha önce deneyiminin olmadığı bir konuda bireyin –ya da toplumun- doğru karar verme şansı azdır. Örneğin her çocuk karşısında duran iri metal silindirin bir oyuncak mı yoksa soba mı olduğunu bilemez. Bu deneyim eksikliğinden dolayı yaptığı hatayı ancak eli yandığında fark eder.

 

Bu konudaki başlıca doğal felaketlerin sebebi, bilinçli veya bilinçsiz olarak bitki ve hayvanların ait olmadıkları yaşam ortamlarına getirilmesidir. Bilinçsiz taşımalara en fazla fare ve böcekler konu olmuştur ama bilinçli taşımaya en net örneklerden biri Avustralya kıtasına getirilen tavşandır. Bu sevimli hayvanın yol açtığı felaket hayli trajiktir. Tavşanlar hızlı üreyebilme özellikleri sayesinde kontrol edilemez sayılara ulaştılar ve çiftlik hayvanlarına yem olacak bitkileri tükettiler. İlk darbeyi bu şekilde alan çiftçiler ikinci darbeyi de yerel otoburların azalması ve bunlarla beslenen etoburların –ve kendilerinin- yiyecek sıkıntısına düşmesiyle yediler. 19. yüzyıl Avustralyalı’ ları 20. yüzyılın deneyimlerine sahip değillerdi. Bu nedenler tavşanlarla başlarının belaya girmiş olmasına şaşmamak gerekir. (Bu konuda daha fazla bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Rabbits_in_Australia)

 

Bir toplumun bir sorunu kendisine ulaşmadan önce öngörmüş olmasından sonra ikinci adım, bu sorunu algılamasında başarısız olup olmamasıyla ilgilidir. Algılamada başarısızlığın belki de en yaygın sebebi, inişli çıkışlı dalgalanmaların arkasına gizlenmiş olan kötüye gidişlerdir. Çocuk ve soba örneğine geri dönecek olursak, çocuk sobaya ilk dokunduğunda +2C, sonrakinde -3C, sonrakinde +4C, sonrakinde -2C, daha sonra +5C vb. deneyimler yaşarsa sobanın gitgide ısındığını fark edemeyebilir. Bu sorunun somut örneği ise en güncel çevre problemi olan küresel ısınmadır.

 

Küresel ısınmanın yol açtığı ısınma, hiç bir zaman kesin ve net olarak bir önceki yıla göre belirli bir ısınma değildir. Hep bir iniş çıkış vardır ve gerçek bir ısınmadan bahsedebilmek için onlarca yıl gerekir. Bu nedenle daha önceleri küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşan bilim insanlarının ikna olması ancak 21. yüzyılda gerçekleşmiştir. Benzer bir örnek de, İstanbul Boğazını çevreleyen ormanlar için verilebilir. Koskoca şehirde o kadar ağacın yok olmasını kim gün be gün takip etmiş olabilir mi? Manzarada yaşanan değişiklikler ancak durumun ilk haliyle son halinin karşılaştırılması yapılarak fark edilebilir. Günlük değişimlerin izlenmesi neredeyse olanaksızdır.

 

Yıkıcı durum karşısında başarısız olmanın en sık rastlanan ve en şaşırtıcı olanı ise “rasyonel davranış” olarak açıklanmıştır. Çoğu zaman toplumlar bir sorunu algılamış olsalar bile onu çözme girişiminde bile bulunamıyorlar. Rasyonel davranış, insanlar arasındaki çıkar çatışmalarından doğar. Yani bazı insanlar kendi çıkarlarını, diğer insanlara zarar veren davranışlarla koruyabileceklerine ilişkin kendilerince doğru bir mantık yürütebilirler. Bu durum birkaç kişiyi ilgilendiren basit bir durum da olabilir; –örneğin manzarasını kapattığı gerekçesiyle bahçedeki ağacı kesen komşunuz- daha geniş kapsamlı bir konu da olabilir. Bazı eylemler bu uyanık azınlığa bireysel kazanç getirebilir ama kayıplar çok sayıda bireyi; çoğunlukla da bütün toplumu kapsar. Bu yüzden de bireylerin her birinin kişisel kaybının az olacağı gibi bir mantık ön plana çıkar ve yalnızca küçük, belirsiz ve uzak karlar için karşı mücadeleye girişmeye pek hevesli olmazlar.

 

Çıkar çatışmalarının özel bir şekline ise “ortak mallar trajedisi” denir. Halka ait bir kaynaktan birçok kişinin faydalandığını düşünelim. Eğer herkes kaynağı aşırı kullanırsa kaynak tükenecek ve tüketicilerin hepsi bundan etkilenecektir. Dolayısıyla tüm tüketicilerin ortak çıkarına olan durum, kendilerini sınırlandırmaları ve kaynağı aşırı kullanmamalarıdır. Ancak her bir tüketicinin kaynağı ne kadar kullanacağına dair yasal bir düzenleme bulunmadığı sürece, tüketiciler kendilerince şu doğru mantığa göre hareket edeceklerdir: “Eğer ben o ürünü tüketmezsem nasıl olsa diğer tüketiciler bunu yapacak, öyleyse aşırı tüketimden kaçınmanın bir anlamı yok.” Buradaki rasyonel davranış, bir sonraki tüketici kullanmadan önce o kaynağı tüketmektir.

 

Bu duruma pek çok örnek verilebilir ama ilk aklıma gelen, Karadeniz’ deki hamsi balıkçılığıdır. Yıllarca hiçbir kota uygulanmadığı için aşırı avlanan “ milli” balığımız o kadar azaldı ki, hem balıkçılar geçinemez oldu hem de tüketiciler yüksek fiyatlar yüzünden balığa ulaşamadı. Balıkçılara sorunun sebebi sorulduğunda hepsinin verdiği yanıt ortaktı: “Aşırı avlanma.” Hepsi ortak sorunun bilincinde olmalarına rağmen, bireysel olarak bir sonuca varamadılar. En sonunda yetkili mercilerce her tekneye belirli bir avlanma kotası kondu. Böyle bir kotanın faydalarına olduğunu bilen balıkçılar da kotaya riayet etti ve sonuçta Karadeniz’ deki hamsi nüfusunda artış gözlendi. Görüldüğü gibi ortak malların trajedisine çözüm olarak, tüketicilerin kendi ortak çıkarlarını fark etmeleri, koyulan kurallar uymaları yeterlidir.

 

Yıllar önce gösterimde olan K-Pax adlı bir film vardı. Bu filmi hala hatırlıyor olmamın tek sebebi başrol oyuncusu Kevin Spacey değildir. Yönetmenin, filmin içeriğine etkisi belki az gibi görünse de aslında çok önemli olan “dünyaya dışarıdan bakabilme” konusunda başarılı olduğunu düşünüyorum. Filmde dünyaya ziyarete gelen uzaylı rolündeki Kevin Spacey (Prot) ile dünyalı psikiyatrist rolündeki Jeff Bridges (Doktor) arasında bir diyalog geçiyor. Bridges, Spacey’ nin gerçekten iddia ettiği gibi uzaylı olup olmadığını anlamak için ona kendi gezegeniyle ilgili sorular soruyor. Konu toplum yaşamına geldiğinde şöyle bir konuşma oluyor:

Doktor:  Peki [gezegenin K-Pax’de] sosyal yapı nasıl? Hükümet?

Prot:  Hayır buna ihtiyaç yok.

Doktor: Kanununuz yok mu?

Prot: Kanun yok, avukat yok.

Doktor: Doğruyu yanlışı nasıl biliyorsunuz?

Prot:  Doğruyu ve yanlışı evrendeki her varlık bilir!

Anlaşılan o ki, insanoğlunun bu basit (!) gerçeği unuttuğunu ilk olarak Hammurabi fark etti. O zamanlardan beri neyin doğru neyin yanlış olduğu hep insanlara hatırlatılması gerekmiş.

 

Sonuç olarak, bir toplum bir sorunu öngördükten, algıladıktan veya çözmeye çalıştıktan sonra dahi yine de belli olası nedenler yüzünden başarısız olabilir. Elimizdeki mevcut kapasiteler sorunu çözmede yetersiz kalabilir ya da mevcut çözümün maliyeti çok yüksek olabilir ya da çabalarımızda çok geç kalmış olabiliriz. Örneğin, Avustralya bugüne kadar harcanan tüm çabalara direnen tavşanları kontrol altında tutabilmek için çit çekme, tilki, silahla vurma, buldozerle saldırma ve virüsle öldürme yöntemleri uygulamış ama hala başarılı olamamıştır.

 

Şu halde neden bazen toplumlar başarılı, bazıları da başarısız olmaktadır? Bu nedenlerden önemli bir bölümü şüphesiz toplumlar arası farklılıktan çok çevreler arası farklılarla ilgilidir. Bazı çevreler diğerlerine göre karşımıza çok daha zor sorunlar çıkarır. Diğer önemli husus ise tüm tarım toplumlarının önemli bir ortak özelliğinde saklıdır: Toplum liderleri. Liderler bazen başarısızlığa giden yolu seçmişken bazıları da toplumlarını başarıya götürmüştür.

2 Comments

Join the conversation and post a comment.

  1. Erkan Tezcan

    Sevgili Fırat,

    Bu kadar önemli bir konuyu ele aldığın için,
    Bu kadar karmaşık olabilecek bir konuyu bu kadar herkesin anlayabileceği şekilde anlatabildiğin için,
    Bu kadar duyarlı olduğun için,
    Sana teşekkür etmek istiyorum.

    Senin için de uygunsa, bu konuyu biraz daha irdelemek adına, yazdıklarına yorum ve başkaca örneklemeler yapacağım önümüzdeki günlerde.

    Sevgiler
    Erkan

    • firo

      Sevgili Erkan, çok teşekkür ederim. Bu sitenin kendi açımdan amacı zaten bu. Yazılarıma gelen yorumlarla kendi bakış açımı sorgulamak ve düşüncelerimi zenginleştirmek. O yüzden yorumlarını dört gözle bekliyorum.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir