Yaşamım ve hobilerim

Barselona

Bu yazı tarafından 6 Haz 2012 tarihinde Geziler, Yaşam bölümünde yayınlandı. 1 yorum aldı ve 1.227 defa okundu.

Barselona, İspanya’ nın en az “İspanyol” olan şehridir ve bunun da bazı nedenleri var. Başkenti Barselona olan Katalunya bölgesinin geçmişi 9. yüzyıla kadar gitmektedir. O yüzyılda ilk Barselona bölgesi kurulmuş. Bazı dönemlerde Castile Bölgesinin hükmü altına girmiş olsa da, ne o dönemlerde ne de Franco döneminde uygulanan kültürel ve politik baskı, toplumdaki Katalan kimliğini yok etmede başarılı oldu. Franco’ nun ölümünden sonra ülke Demokrasi’ ye geçti ve her bölge kendi kültürünü ve politik duruşunu sergilemeye başladı. Bu gezimde İspanya politikasının en aktif karakterini, takım sporunun Dünya’ da en başarılı kentlerinden birini, modern mimarinin en özel eserlerini ve Avrupa’ nın en önemli turist duraklarından birini tanımaya çalışacağım.

[nrelate-related]

Barselona’ ya Nisan Ayı başında, yani turist mevsimi başlamadan geldiğim için şanslıyım. Zira bunun gibi turistik şehirleri doğal haliyle görmek daha keyifli oluyor. Bu geziyi, şimdiye kadar yaptığım gezilerden farklı olarak yalnız yapmıyorum; yanımda anne ve babam var. Başka bir farklılık da, ilk defa bir şehir gezimde araba kiraladım. Benim tarzım yayan olarak sokakları yürümek, ve gerektiğinde metroya binmekti ama bu sefer durum farklı. Yeri gelmişken belirteyim, eğer sadece şehri gezmeye geldiyseniz araba kiralamayın! Barselona’ da araba kullanmak kolay fakat park yeri bulmak hem çok zor hem de çok pahalı.

 

Ne yazık ki bu gezi de Barselona’ ya sadece 4 gün ayırabiliyorum. Yalnız olmadığımdan günde 10 – 15 kmlik yürüyüşler de yapamıyorum ve hatta bazı yerlere arabayla gitdiyoruz. Bütün bunlar bir araya gelince alışık olduğum gezi planı yerine, amacımı şehri tanımak ve sonraki geziler için hazırlık yapmak olarak değiştirdim. Yine de yalnız olmamamın ve arabalı olmanın keyfini de doyasıya çıkardım.

 

Şehre havayoluyla vardıktan sonra, havaalanının içinde bulunan araba kiralama şirketlerine gittik ve arabayla otelimizi bulduk. Gezi boyunca da metroyu hiç kullanmadığım için ilk defa olarak bir şehrin metro sistemiyle ilgili bilgi veremiyorum. Verebileceğim bilgi şu: Araba park etmek bu şehirde çok pahalı! Bir bilgi de şu: Navigasyon cihazı kullanmayı bilmiyorsanız öğrenin, ne zaman işe yarayacağını bilemezsiniz. Epey ter döküp, yol sorduktan sonra oteli bulabildik. Çünkü gittiğimiz caddeyle aynı isimde sokaklar da varmış.

 

Kaldığımız yerden kısaca bahsetmek istiyorum. Benim gibi ailenizle ya da bir arkadaş grubuyla geliyorsanız otel odası yerine apartman dairesi kiralamanızı tavsiye ederim. Ailemle sabah ev ortamında kahvaltı yapıp, akşam balkonda günün yorgunluğunu atmak çok keyifliydi. Bizim kaldığımız daire 2 oda bir salon, yeterli bir mutfak ve güzel bir banyodan ibaret olan hoş bir daireydi. Pek memnun kalmadığım yönleri olduğu için ismini vermiyorum ama kendi turlarını planlayan kişiler bu tarz daireleri bulabilirler.

Otelde kısa bir dinlenmeden sonra şehrin doğal başlangıç noktası olan Las Ramblas’ a gitmeye karar verdik. Garcia Lorca bu caddeyi şöyle tanımlamış: “Bitmemesini istediğim Dünya’daki tek cadde.” Barselona’ nın karakterini merak ediyorsanız ve az vaktiniz varsa, gelin burayı gezin. Şehrin hayatı, kültür yapısı, insanı, mutfağıyla ilgili net bilginiz olur.

 

Cadde’ nin oldukça eski bir tarihçesi var. Adı, Arapça’ da kum anlamına gelen “ramla” kelimesinin İspanyolcalaştırılmasından geliyor. Çok eskiden beri Cadde’ nin olduğu yer yaz aylarında kuruyan bir dere yatağıymış. 14. yüzyılda taş döşenerek, eski kenti limana bağlayan bir yol haline getirilmiş. Zaman ilerledikçe bu yol daha çok kullanılmaya başlamış ve sürekli genişletilmiş. 19. yüzyılda yolun kenarına ağaçlar dikilmiş ve banklar konulmuş. Cadde bugün de yayalara öncelik sağlayan, araçlara daha az yer veren kimliğini koruyor.

Cadde’ ye girip deniz tarafına doğru yürüdükçe göreceksiniz ki buranın bir açık hava sergisinden, sanat galerisinden hatta bir sirkten pek farkı yok. Bir anda dekor değişiyor ve Ramblas size yeni numarasını gösteriyor. Değişmiyen tek şey her iki yöne de yürüyen kalabalık bir insan topluluğudur. Dekorda şunlar var: çiçekcilerin yerleştiği kısım sonrasında hediyelik eşya satanlar bulunur. Daha ileride resim ve benzeri eserlerini satanlar, bir yandan da boş durmayıp yapanlar. Ve her yerde ama her yerde sokak sanatçıları. Çeşitli şovlarla sizden bir kaç bozuk para koparmaya çalışırlar. Kimi dakikalarca hareketsiz durur; kimi havada asılı gibidir, kimisi de girdiği çeşitli kılıklarla sizi güldürmeye çalışır.

 

Burada yemek yemekten çekinmeyin ama şunu da bilin ki bu süper-turistik bölgede İspanya mutfağının gerçek lezzetlerini tadmaya imkan yok. Ramblas’ ın önemli bir sihirbazlığı da cüzdanınızı siz farketmeden yok edebilmesidir. Bu konuda dikkatli olun ve önlem alın.

 

Ramblas üzerindeki en dikkat çeken yapılardan biri Gran Teatre del Liceu adlı opera binasıdır. Burası, 1847 yılında özel bir opera olarak kurulmuş. Bir yangında hasar gördükten sonra yenilenerek tekrar yapılmış ve 1861 yılında İspanya’ nın en büyük salonu haline gelmiş. Fakat binanın başı felaketlerden bir türlü kurtulmamış. 1893 yılında bir anarşist tarafından bombalanmış ve 20 kişi ölmüş. Binada oluşan hasar onarılmış. En son olarak ise 1994 yılında bir oyun hazırlığı sırasında bir işçinin dikkatsizliği sonucunda büyük bir yangın başlamış. Binanın eski haline gelmesi 5 yıl almış ve 1999’ da tekrar hizmete girmiş. Oradayken binanın içine girme fırsatım olmadığı için pişmanım ama siz gezmeyi unutmayın. Bütün bu yangınlardan ve yıkımlardan etkilenmemiş bölümleri de varmış.

 

Ramblas’ ı yürüdükten sonra çevresini keşfetmeye başlayabilirsiniz. Ara sokaklara girip kaybolmaktan çekinmeyin. Ben böyle bir kaybolmadan sonra kendimi Plaça Reial’ de buldum. İspanyol kültüründe bu tür “plaza” lar çok yoğundur. Kimisi tamamen ticari dükkanlardan oluşurken, bazılarının da üst katları konut şeklinde düzenlenmiştir. İç avlu da kalan geniş alan belki eskilerde fiestalar için veya boğa güreşleri için kullanılıyordu bilemiyorum ama günümüzde dinlenmek, oturmak, güneşlenmek gibi işlevlere kavuşmuş. Reial’ de plaza kültürünün güzel örneklerinden biri oldu benim için. İç avlusu olduğu gibi restaurantlardan oluşuyor ve özellikle akşamları fazlasıyla renkli ve hareketli. Şehirdeki ilk günü bitirme için ideal bir yer.

 

İkinci günümüze otelemize çok yakın olan ve Barselona’ nın en meşhur ve önemli yapısı olan Sagrada Familia ile başlamaya karar verdik. Hiç bir fotoğraf ya da yazı sizi bu yapının heybetine hazırlayamaz. Önünde durduğunuzda tüm görüş alanınızı dolduran ve hatta tamamını göremediğiniz bir yapı.

Josep Bocabella tarafından planlananan yapının ilk mimarı Francesc de Paula Villar imiş. Planan yapı, neo-gotik tarzda ve mütevazi bir kiliseymiş. Bir kaç yıl sonra (o sırada sadece 31 yaşında olan) Gaudi ile yaşadıkları çatışmalar sonucunda Villar projeden ayrılmış ve sorumluluk Gaudi’ ye kalmış. Sorumluluğu üstlenen Gaudi hemen projenin yönünü kendi kafasındaki plana doğru çevirmiş.

 

Gaudi’ nin günlerinde işi sürdürmek zor bir işmiş, çünkü para bulmak kolay olmuyormuş. 1917’ ye kadar yapının tüm planı basılamamış. İlk kule ise ancak ertesi yıl dikilebilmiş. Gaudi, 1926 yılında trajik bir tramvay kazasında ağır yaralanmış ve bir kaç gün sonra da hayatını kaybetmiş. O öldüğünde yapının sadece bir cephesi bitirilebilmişti.

 

İç savaş sırasında kiliseye bir zarar verilmemiş ama Gaudi’ nin çizim ve modelleri yok edilmiş. 1950’ lerin sonunda işe tekrar başlanmış ve o zamandan beri de durmadan devam etmiş. Yapım işleri, özel bağışlarla ve bilet satışlarıyla yürütülüyor.

 

Binada 100 m yüksekliği geçen 12 tane kule var ve bunların 12 Havari’ yi temsil ettiği düşünülüyor. Gaudi, bu kulelerde ve yapının diğer bölümlerinde insan, bitki ve hayvan modellerini fazlasıyla kullanmış. Bunları tam olarak anlayabilmek için yapının içinde bulunan Gaudi Müzesini gezmenizi öneririm. Burada basit bitki yapraklarının, bunların büyüme şeklinin, değişik hayvanların Gaudi’ yi ve eserlerini nasıl etkilediğine şahit olabilirsiniz.

 

Kilisenin kulelerindeki işçiliği tam olarak anlayabilmeniz için asansörle gözlem platformuna çıkmanız gerekmekte. Buradan hem şehri görebilirsiniz hem de taş ve seramik işçiliğine daha yakından şahit olabilirsiniz.

 

Günün kalanını ise La Ribera ve Barri Gotik’ e (Gotik Bölge) ayırdık. Burası eski şehrin merkezini oluşturan ve bir turistin muhtemelen en çok vakit geçirdiği bölgelerdir. Tarihi yapılar, hediyelik eşya dükkanları, müzeler ve kafeler, yapmak istediğiniz her şey bu çevrede fazlasıyla mevcut.

La Seu muhtemelen bu bölgede ilk gelmeniz gereken yerdir. Adından bir şey anlaşılmıyor ama, Barselona’ nın katedralidir ve yapımı 1298 gibi erken bir tarihte başlamış. Bitirilmesi ise 1448’ i bulmuş. Büyük ön cephesinin bitirilmesi ise 1880’ leri bulmuş. Toplamda 5 asırı geçen bir inşaat süreci sonunda bu heybetli yapı çıkmış ortaya. Sagrada Familia’ nın ünü yanında gözden kaçırılabiliyor ama görmek gerekir.

Bu katedrale bizim yaptığımız gibi Pazar günü tekrar gelmeye çalışın çünkü geleneksel Sardana dansını görebilirsiniz. Bu dans, Kakalan kültürü için “birlik” ve “beraberlik” anlamı taşıyan, biraz da milliyetperver anlamlar taşıyan bir dansıymış. Bizim halayımıza benziyor ama daha ağır ve monoton.

 

Ara sokaklardan yürüyerek ve keşfederek yönümüzü Museo Picasso’ ya, yani Picasso müzesi’ ne çevirdik. Daha önce dediğim gibi, Barselona’ yı ailemle geziyorum ve vaktimiz de çok değil. O yüzden en azından bu müzeyi gezmeye karar verdik. Picasso Andalucia’ bölgesinde bulunan Malaga’ da doğmuş olsa da 13 yaşından 24 yaşına kadar Barselona’ da yaşamış. Gençlik çağında edindiği arkadaşların ve çevrenin etkisiyle de kendisini bir Andaluz’ dan çok Katalan olarak nitelendirdiğini söylemiştir.

 

Museo Picasso belki de Dünya’ daki en önemli Picasso koleksiyonunu barındırdığı için sanat tarihçilerini memnun eder; ama ziyaretçiler açısından bir sorun vardır: Dahinin en önemli eserlerinin hiç birini de burada göremezsiniz. O eserler Dünya’ nın çeşitli şehirlerindeki daha şöhretli müzelerde sergilenmektedir. Bu durum müzeyi gezmenize engel olmasın. Burada göreceğiniz 4000 civarındaki eserle genç Picasso’ nun gelişimini izleyebileceksiniz ve o önemli eserlerin ayak izlerini göreceksiniz.

 

Bu müze 1963’ te kurulmuş ve eserlerin büyük çoğunluğu, Picasso’ nun yakın arkadaşı ve önceki sekreteri olan Jaime Sabartes tarafından bağışlanmış. Sabartes’ in 1968 yılında ölmesinden sonra Picasso müzeye büyük miktarda eser bağışlamış ve koleksiyonun oluşmasını sağlamış.

 

Akşam saatleri yaklaştığından günü sonlandırmak üzere Santa Maria del Mar Kilisesi’ ne doğru gezerek ve keşfederek ilerledik. O dönemde deniz kıyısına inşa edilen kilise artık iç kısımlarda kalıyor. 14. yüzyılda Kral 2. Jaume tarafından yaptırılan bu kilise 50 yıl içinde tamamlanmış. Yapım süresi kısa olduğu için de, mimarisinde genel bir tutarlılık görülür. Okuduğum kadarıyla yerel halkın La Seu’ ya göre daha çok sevdiği ve kullandığı bir kilise imiş.

 

Bu kiliseye gitme amacımız sadece görmek değildi; aynı zamanda dinlemekti! Kilisenin neyi dinlenir demeyin, Mozart’ ın Requiem’ i seslendirilirse elbette dinlenir. Aylarca önce biletini aldığım bu etkinlik inanılmaz keyifliydi. Requiem her zaman sevdiğim ve hayli uzun olmasına rağmen dinlemekten keyif aldığım bir eserdir. Bu eseri, tarihi bir kilisenin mistik ve ruhani ortamında dinlemek farklı bir tecrübe oldu. İkinci günü, bölgenin sokaklarında, Barcelona’ nın bir de gecesini görerek tamamladık.

 

Yeni güne, üstelik de bir Cumartesi’ ye, kiraladığımız arabanın nimetlerinden faydalanmak düşüncesiyle başladık. Rehberliği anneme bıraktım ve Barceloneta tarafına yönlendik. Arabayı makul bir yere bıraktıktan sonra görülmesi gereken noktalardan ilki olan Mirador de Colon’ a doğru gittik. Bu anıt, Kristof Kolomb’ un 1493 yılında yaptığı ziyaret anısına, 19. yüzyılın sonunda dikilmiş. 50 metre yüksekliğindeki anıt en aşağıda bulunan aslan heykelleriyle korunuyor, ve kolonun kalanında Kolomb’ un hayatıyla ilgili çizimler bulunuyor.

 

Port Well’ e doğru dolaşarak yürüdükten sonra Akvaryum’ u gezmeye gittik. Daha önce 3-4 şehirde akvaryum gezme fırsatım olmuştu ama her Akvaryum tatmin edici olmuyor. Bu anlamda Barselona Akvaryumu gördüklerim içinde en iyilerindendi. 35 büyük tankta yaklaşık 11000 balık bulunuyor(muş) ve biyolojik olarak güzel sınıflanmışlar. Tesisin en gözde yeri, 80 metre uzunluğunda camdan bir sualtı tüneli içinde gezilen ana tank. Köpekbalıkları, vatozlar ve diğer balıklar yanınızdan ve üstünüzden geçerek gidiyorlar. Sanırım fazla pahalı giriş ücretinin gerekçesi de bu. En azından ben kendimi öyle kandırdım.

 

Akvaryumdan sonra biraz şehir dışına, Avinguda Diagonal’ i Batı istikametine doğru takip ederek Pedralbes taraflarına yöneldik. Buralar şehrin yaşam alanları olarak düzenlenmiş semtler. Açıkcası Pedralbes’ i görmek şehre olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Hani şöyle küçük bir daire ne kadardır ki düşünceleri zihinlerimizi meşgul ede ede dolaşmaya çalıştık.

 

Pedralbes turu için gidilecek en iyi cadde Avinguda de Pedrables’ dir sanırım. Arabadan biraz aramadan sonra ve şans yardımıyla (tam park yeri bulma umutlarımız tükenmişken önününzdeki bir araba yerini boşultır mı?, oluyor bazen) kurtulduktan sonra yürümeye başladık. Pavellons Güell, Gaudi’ nin yeteneklerini denediği ilk çalışmalardan biridir. Mülk sahibi Eusebi Güell’ e arazisinin girişinde, bekçi kulübesinde ve ahırında çalışmalar yapmayı teklif etmiş ve kabul ettirmiş. Güell’ in yazlık mekanı daha sonra Kraliyet ailesine verilmiş ve Palau Reial olarak tekrer inşa edilmiş ama Gaudi’ nin yaptığı çalışmalar korunmuş. Trencadis denen kırık mozaiklerle yaptığı tasarımları ilk defa burada denemiş ve sonrasında hayatı boyunca kullanmıştır.

Velhasıl tüm bu yapılar arasında en meşhur kısım ne mozaikler, ne mimari ne de başka bir şeydir. En meşhur kısım bu arazinin girişinde bulunan kapıdır. Üzerini süsleyen demirden yapılmış ejderha figürü korkutucu bakışlarıyla caddeden geçenleri izler.

 

Cadde’ yi takip ederseniz Monestir de Pedralbes karşınıza çıkar. Bu manastır, 1326 yılında St. Clare rahibeleri için yapılmıştır. Bölgeye de adını veren manastırın adı, Latince beyaz taş anlamına gelen petras albas kelimelerinden geliyormuş. Manastır 1983’ den beri müze olarak kullanılmaya başlanmış ve yersiz kalan rahibeler için yapının yanında ayrı bir bina yapılmış.

 

Manastıra ulaştıktan sonra yemek yiyecek bir yer bulmak üzere Avinguda Diagonal istikametine doğru farklı yollardan geri dönmeye başladık. Yolda gördüğümüz bir park öylesine güzeldi ki girip dolaşmaktan, aç olmamıza rağmen, kendimizi alıkoyamadık. Barselona’da da diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, parklar insanların doğal ihtiyacı olarak kabul edilmiş. Mümkün olan her nokta yeşillendirilmiş ve insanların vakit geçireceği bir yer haline getirilmiş. Siz sevgili Türk insanı, bir düşünün bakalım. En son ne zaman parktaki bir banka oturup 10 dakika tüm düşüncelerden uzaklaştınız?

 

Park sonrası huzurlu ama daha da acıkmış halde Avinguda Diagonal’ a geldik. Burası üniversite bölgesi olduğu için cıvıl cıvıl ve uygun fiyatlara güzel yemekler yiyebilirsiniz. Bölgenin başka bir özelliği de Camp Nou stadına olan yakınlığı. Bu akşam o bölgeye geri dönmek üzere dinlenmek için otelimize döndük.

 

Peki, o akşam o bölgeye neden geri döndük? Çünkü Barselona’ ya gezi planlayan her sağduyulu insan gibi, tarihlere karar verirken ilk baktığım kıstaslardan biri FC Barselona’ nın maç takvimiydi. Yeterince açık oldu sanırım. Aylar öncesinden bakmış olmama ve maçın görece önemsiz bir maç olmasına rağmen, stadyumun en yukarılarından iki koltuk bulabildim ve babamla keyifli bir maç izledik. Daha önce başta İnönü Stadyumu olmak üzere farklı stadyumlarda maç izlemiştim ama bu deneyim pek kelimelerle anlatılacak türden değildi. Maçı da kazanmış olarak otelimize geri döndük.

Barselona’ daki son günümüz bir Pazar gününe denk geldi ve Pazar gününü değerlendirmenin en iyi yollarından biri de Montjuic’ e gitmektir. 1890’ lara kadar bu bölgede sadece özel çiflikler ve ağaçlıklıklar bulunmaktaymış. Fakat 1929 Uluslararası Fuar’ ının düzenleneceği bölge olarak burası seçilince bölgenin de kaderi değişmiş. Yamaçlara bahçeler ve havuzlar yapılmış. Bölgenin kuzeyine devasa Neoklasik binalar yapılmış. Bölgenin gelişimi 1992 olimpiyatlarının bu bölgede düzenlenmesiyle bir kere daha değişmiş. Yapılaşma bölgenin güneyine doğru devam etmiş ve olimpik tesisler yapılmış. Günümüzde bu bölge parklardan, müzelerden oluşan ve bir günde bitiremeyeceğiniz bir gezi bölgesine dönüşmüş.

 

Montjuic’ e gelmenin en güzel yolu Placa D’Espanya tarafından gelmektir. Bu kavşak ve etrafındaki yapılar, klasik tasarımıyla ne Gaudi stiline ne de Barselona’ nın genel yapısına hiç uymuyor ama bu bölgeyi kendi içinde değerlendirince oldukça etkileyici. 1929 Fuarı için yapılan bu bölgede gezip etraftaki binaları görmelisiniz. Biz buradan sonra arabayla Montjuic’ e doğru devam ettik. Yürüyerek çıkmak biraz yorucu olsa da keyifli olabilir. Diğer seçenek ise üstü açık turist otobüsleriyle etrafı görmek.

 

Daha önce dediğim gibi bu bölgede görülecek çok fazla yer var. Biz, güzel havayı değerlendirmek için müze gezmeyi tercih etmedik ve olimpik bölgeye doğru yöneldik. Kısa adıyla INEF olan bir spor üniversitesi; yüzme havuzu ve spor kompleksi olan Piscines Bernat Picornell; müzik ve spor etkinliklerinde kullanılan Palau Sant Jordi göreceğiniz yapılar arasında yer alır. Daha ilerledikçe de tanıma ihtiyaç duymayan Olimpiyat Stadı bulunur. Bu stadyum sanıldığı gibi 1992 olimpiyatları için değil; 1929 Fuarı için yapılmıştı. Orjinal yapı 1992 olimpiyatları için baştan elden geçirilmiş ve 65000 kişi kapasiteye ulaştırılmış. Yine de bölgenin en dikkat çekici yapısı, Santiago Calatrava imzası taşıyan iletişim kulesidir. Uzayçağı geometrisindeki bu kulenin boyutlarına ve nasıl ayakta durduğuna şaşıracaksınız.

Günün kalanını gezerek ve yürüyerek Las Ramblas bölgesinde geçirdik. El Raval’ a şimdiye kadar fazla vakit ayırmadığımızdan, en azından sokaklarda yürüyelim istetik. Bu bölgede çok fazla Müslüman göçmen bulunuyor ve şehrin sosyal yapısı bir anda farklılaşıyor. İkinci el plak ve CD satan bir kaç yer var ama Pazar günü olduğundan bunlar kapalıydı. Hava kararana kadar gezdikten sonra ertesi günkü Valensiya yolculuğuna hazırlanmak için otelimize döndük.

 

Gezmeyi seven biri olarak gittiğim yerlerden mennun ayrılan biriyim. Ama Barselona şimdiye kadar gördüğüm yerlere göre çok farklı etkiledi beni. Gittiğim yer ne kadar güzel olursa olsun yaşadığım yere dönmek beni mutlu eder. Belki de ilk defa bir ayrılışım buruk oldu. Şehir her aklıma geldiğinde, acaba o gezide gördüğüm yerler şimdi nasıldır, şu an oralarda neler oluyordur diye düşünmekten kendmi alamıyorum. Umarım bu güzel şehire tekrar yolum düşer.

One Comment

Join the conversation and post a comment.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir