Yaşamım ve hobilerim

Valensiya

Bu yazı tarafından 8 Haz 2012 tarihinde Geziler, Yaşam bölümünde yayınlandı. 0 yorum aldı ve 1.063 defa okundu.

2011 yılı Nisan Ayı’ nda geldiğimiz Barselona gezisinin bitiminde biraz iş biraz tatil için Valensiya’ ya gittik. Tatil kısmı malum, şehri gezmek ve dinlenmek. İş kısmı ise, Valensiya’ nın 80 km kadar kuzeyinde bulunan Castellon de la Plana’ da idi. Burası İspanya’ nın seramik bölgesi ve önemli bütün fabrikalar bu bölgede yer alıyor. Dolayısıyla Valensiya’ yı merkez yaparak hem gezdik hem de iş hallettik. Bu güzel şehire ancak 1 gün ayırabildik ve bu tabiki yeterli değildi ama en azından güzellikleri ve barındırdıklarıyla ilgili bir fikrimiz oldu.

[nrelate-related]

Barselona’ dayken, şehirlerarası yol için araba kiralamıştık ve sabahın erken saatlerinde yola çıktık. İspanya’ nın otoyol sistemi bizimkinden biraz farklı. Bizde, otoyola girdikten sonra yol hiç bölünmüyor ve çıkmak isteyen yan yola saparak gişelerden ücret ödeyerek çıkıyor. İspanya’ da ise otoyol 50 – 100 km’ de bir “bitiyor”, bütün araçlar paralarını ödeyerek gişilerden çıkıyor. Sanırım şehir bağlantıları bu şekilde yapılmış. Yoldan ayrılmayıp devam ederseniz 5 – 10 km sonra tekrar gişelerden otoyola giriyorsunuz ve aynı şeyler tekrarlanıyor. Böylece yaklaşık 250 km yolda 4 defa gişelerde para ödedik. Bunun dışında yollar son derece konforlu. Otoyolun çeşitli noktalarında görünmeyen radarlar mevcut. O yüzden hız kurallarına harfiyen uyarak gittik.

Romalılar ve Vizigotların himayesinde uzun yıllar geçiren şehir daha sonra da 400 yıl boyunca Emeviler himayesinde kalmış. Ancak Aragon Kralı 1. Jaime 1238 yılında şehri kurtarmış ve o zamandan beri de İspanya’ nın en önemli şehirlerinden biri olmuş.

 

Valensiya, İspanya’ nın üçüncü büyük şehri olmasına rağmen son 15 – 20 yıla kadar ilk ikisinin epey gerisindeymiş. Devasa kültür kompleksi La Ciudad de las Artes y Ciencias gibi tesislerin kültürel alana katkısı büyük olmuş. Biz pek kullanmadık ama metro sisteminin çok iyi olduğunu öğrandik. Buna havaalanının sağladığı ticari getiriler de eklenince Valensiya büyük atılımlar yapmış.

 

İlk günün önemli kısmını Castellon’ da geçirerek, Valensiya’ ya akşam saatlerinde vardık. Otelimize yerleşip dinlendikten sonra hava kararmaya başlamıştı ve biraz dışarda yürümek dışında şehri göremedik. Ertesi günümüzü tamamen şehre ayıracağımız için kendimizi daha da yormadık ve otele çekildik. Valensiya ile ilgili ilk izlenimim şu: Daha önce hiç yeşille bu kadar içiçe bir şehir görmemiştim! Yol kenarlarına ağaç dikmekten bahsetmiyorum. Şehrin çok büyük bölgeleri yeşil alan, park ve bahçe olarak ayrılmış. Bir Valensiya haritası görene kadar bu bölgelerin büyüklüğüne inanamıyorsunuz.

 

Ertesi gün erken kalkarak eski yerleşim bölgesi olan Ciutat Vella tarafına yöneldik. Tek gün ayırabildiğimiz şehirde asıl yaptığımız da zaten bu bölgede dolaşmak ve etrafı görmek oldu. Başlangıcı Plaza del Ayuntamiento civarından yapmak en doğrusu gibi görünüyor. Burası çiçek düzenlemeleri, süs havuzları ve ağaç altı banklarıyla geniş bir meydan. Burada kahvaltı yapıp Valensiya’ nın en çok merak ettiğimiz mekanına doğru ilerledik.

 

Bizim kültürümüzde pazarlar önemli yer tutar. Hani sebze, meyve, süt ürünleri ve et satılan pazarlardan bahsediyorum. Gezdiğim ülkelerde bizdeki gibi pazarların en iyi örneklerini İspanya’ da gördüm. Ama Valensiya’ da öyle bir pazar var ki insanı kendine hayran bırakıyor. Mercado Central’ in tarihi oldukça eskiye dayanıyor.

Büyük pazar yerinden istemeye istemeye ayrıldık hemen karşıdaki gotik yapı La Lonja’ ya doğru yürüdük. UNESCO listesinde bulunan  bu yapının zarif ve spiral kolonların desteklediği ana holü görülmeye değer.

Buradan yolumuzu Katedrale doğru çevirdik. 13. yüzyılda, şehrin İspanya’ ya katılmasından sonra yapılan yapı uzun süren yapım aşamasından dolayı değişik mimari türler sergilemekte. Barok giriş kısmından sonra iç kısımdaki gotik etkiler görülür. Katedral kulesine çıkış oldukça fazla merdiven gerektirdiğinden biz denemedik. Ama şehir manzarasının muhteşem olacağını tahmin ediyorum.

 

Katedral sonrasında ismiyle dikkatimizi çeken Museo Nacional de Ceramica, yani Ulusal Seramik Müzesi’ ni ziyaret ettik. Müzenin konusu bizim Valensiya’ ya gelme sebebimizle de örtüştüğü için fazla düşünmeden girdik. Bu müzede, Valensiya başta olmak üzere tüm İspanya’ dan seramik örnekleri sergileniyor. Altın ve gümüş yaldızlılar özellikle ilgi çekici olmakla birlikte yerel olarak azulejos denen koleksiyon da görülmeye değer.

 

Valensiya’ daki mimarinin önemli bir özellliği, çok sayıda binada barok cephelerin olmasıdır. Eski olan hemen hemen her binada bunu görebilirsiniz. Fakat hiç biri Palacio del Marques de Dos Aguas kadar zengin ve gözalıcı olamaz. Kapı girişini yapan kişinin burada çalışmaktan delirdiği söyleniyor. Yapılan işçiliği görünce bu söylemtinin doğru olabileceğini anlayacaksınız.

Saat artık öğleden sonraya gelmekte ve bizim karnımız acıktı. İspanya’ nın paella adında milli bir yemeği vardır. Bizim pilavımıza benzeyen ama içerik olarak daha zengin bir yemektir. Valensiya gezisinin ilk ayağı olan Barselona gezisinde bir iki defa paella yemiştik ve fena da değildi ama hazır paellanın anavatanı Valensiya’ ya gelmişken daha doğru bir yerde yiyelim diye düşündük. Konu boğazlar meselesi olunca araştırma yapmak daha bir önem kazanıyor. Gezi öncesinde yaptığım araştırmadan sonda, yanımızda araba olmasının verdiği rahatlıkla Valensiya’ nın 15 km kadar güneyinde bulunan El Palmar adlı köye gittik. Buraya gittiğinizde oturmanızı tavsiye ettiğim restaurantın adı Mateu. Paellayı afiyetle yedikten sonra (biradan bahsetmiyorum bile) biraz hazmetme yürüyüşü yaptık ve tekrar Valensiya’ ya döndük. Gittiğimize değdi mi? Ke-sin-lik-le!

Dönüşte, La Ciudad de las Artes y las Ciencias adlı sanat ve bilim müzelerinin toplandığı dev ve gözalıcı kompleksin yakınından geçtik ve hiç değilse dışarıdan görmüş olduk. Dört futuristik yapıdan oluşan kompleksin tasarımcısı, Valensiya’ lı olan ünlü mimar Santiago Calatrava’ dan başkası değil. Calatrava’ nın teknik ve tasarımsal kabiliyetleriyle cam, çelik ve betondan oluşan hem organik hem de kışkırtıcı bir tasarım çıkmış ortaya. Bu yapılar çeşitli konulardaki müzeler için yapılmış tabiki, ama sanırım binaların kendisi içindekilerden daha çok ilgi çekiyordur. Biz bu kompleksi ancak dışardan ve uzaktan görmekle yetindik.

 

Günümüzü şehirde biraz daha dolaşarak bitirdik ve doğrusu Valensiya’ nın tadı damağımızda kaldı. Umarım bir daha gelebilirim.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir